Birkaç ay sonra 29 oluyorum. Bu yazı nasıl devam edecek hiçbir fikrim yok. İçimde tarif edemediğim heyecanla karışık karlı duygular dağı var. Belki biraz bu duyguları anlatmayı denerim.
Bu aralar aklıma sık sık The worst person in the world ve Frances Ha filmleri geliyor. İlk izlediğim yıllarda da epey etkilenip, en sevdiğim filmler kategorisindeki yerlerini almışlardı. İki filminde kalbinde, kendini gerçekleştirme arzusu yer alıyor. Benim de hayatım bir film olsa ana temalarından birinin bu olduğuna eminim. Hatırlayabildiğim ilk yıllardan beri hep bir ben savaşı içinde olduğumu fark ettim. Kim bu Nurefşan? Ne ister?, Ne sever?, Nerede olmayı sever?, kiminle olmak ister? bu sorular benim için sorması en zor ve yıllarca hep karanlıkta kalan toprağın altına gömdüğüm sorulardı. 20’lerimin sonunda, Hep bir sevilmeme ve kaybetme korkusu yaşarken, kendi kimliğini kaybeden küçük Nurefşan’ı şefkatle sarıp sarmalıyorum.
Toprağın altına gömdüğüm soruların cevapları toprağı delip tomurcuklanmaya ardından da yeşermeye başladığında ise dibini göremediğim kadar derin mi derin bir heyecan ve heves denizine adım atmıştım ve kendimi gerçekleştirmeye olan inancımla, maymun iştahlı bir şekilde her şeyi denemeye ve kimliğimi baştan yaratmaya başladım. Ya da ben öyle olduğunu sandım.
Gerçekte olan ise geçmişte tanıştığım insanların, yaptığım seçimlerin, aldığım ya da almadığım kararların, yaşadığım kötü ve iyi olan bütün anların benim kimliğimi oluşturan birer parça olduğuydu. Endişelenerek ve gölgelerimden kaçarak çok fazla zaman harcadım. Yapmam gereken kendimi bir bütün olarak hem ışığımla hem karanlığımla kabul etmemmiş. Hayatıma dinginlik hissini veren yegane şey bu kabulle başladı.

The worst person in the world filminin başrol karakteri Julie’nın film boyunca çelişkilerle ve gelgitlerle dolu duygu dünyasında kendini bulma çabası bana beni çok iyi anlatıyor. Hikayeden bağımsız olarak hislerimiz o kadar ortak ki Julie ile. Zaman kavramının, bu kadar kompleks olarak adlandırdığımız problemleri, çıkışı ve umudu göremediğimiz anlarda yaşadığımız sıkışık, girdap dolu hisleri aydınlığa kavuşturmasının, kendimize sık sık hatırlatmamız gereken bir resim olduğunu düşünüyorum.
Hiç beklemediğimiz anlarda, kontrolümüz dışında gerçekleşen olaylar nasıl da bizi olduğumuz yerden çekip çıkarıp bazı şeylerle yüzleştiriyorsa, hızla geçen giden zamanın farkında olarak umut ve çıkış yolunu ne olursa olsun içimizde bir yerde, ne zaman ihtiyacımız olursa arayıp bulabileceğimiz bir yere saklamamız gerektiğini düşünüyorum. Her ne olursa olsun bu an da diğerleri gibi geçip gidecek.
Hayatın bana öğrettiği ve altını sarı fosforlu kalemle defalarca çizdiği konulardan biri şüphesiz yaşamımın hiç bitmeyen belirsizlikleriyle başa çıkabilmem gerektiğiydi. Benliğimi, ne yaşadığım yer, ne aldığım şeyler ne de insanlarla kurduğum ilişkilerin tanımlamasına izin vermemeye ve içimde yaşayan küçük Nurefşan hariç hayatımdaki hiçbir şeye sık sıkı tutunmamaya karar verdim. (üç ileri bir geri bu farkındalığın peşinden gidiyorum.)
Filmin son sahnesinde, kendini bulma yolunun hiç bitmeyecek bir yolculuk olduğunu kabullenen Julie’nın hızla geçip giden zamanın içinde hafif ve huzurlu bir şekilde masa başında kendini, odaklanmış bir şekilde üretmeye verdiğini görüyoruz ya da ben olan biteni böyle yorumladım bilmiyorum. Sanırım şu an olduğum yerle filmin sonunda Julie’nın durduğu yeri çok uzak görmüyorum birbirine. 20’li yaşlarımın sonunda, kafamdaki yüksek sesle konuşup devamlı olarak karmaşa ve kaosa sebep olan sesler kısıldı. Neşeyle kıkırdayan sesler kafamın içinde berrak ve dingin bir atmosfer yarattılar. 2025 yılında niyet ettiğim şeylerden biri de bu neşe kıkırdamalarının hayatıma daha fazla yön vermeleri. Fark ettim ki neşe varsa hafiflik var ve hafif hissederek attığım her adımda yaşadığımı daha çok hissediyorum.
Julie’yı 20’li yaşlarının sonunda, gri gökyüzünden yansıyan mavi-beyaz ışığın içeri süzüldüğü pencerenin hemen yanında konumlanan masasının başında hayata dair epey yol katetmiş fakat en az bir bu kadar daha yolunun olduğunu bilen ve bunu hafiflik ve istekle karşılayan sakin biri olarak yazısını sonladırırken görüyoruz.
Hoş geldin 20’li yaşlarımın son yılı.
sevgimle,
Nurefşan
Bayıldım yaşadığıklarını anlatma şekline, çıkarımlarına.